© Malatya Objektif

Malatya’nın 'Genç Osman'ı Arkadaşlarının Gözüyle Osman ÖZKUL...

Geçtiğimiz ay vefât eden Malatya’nın Osman amcası, Osman abisi, nâmıdiğer “Genç Osman”ı rahmetli Osman ÖZKUL üzerine bir yazı dizisi hazırladık. Bu maksatla; oğulları, kız kardeşi, arkadaşları ve komşularıyla röportajlar yaptık. İşte, arkadaşlarının gözünden Genç Osman! SÖZÜNDE DURAN, ZAMANIN KIYMETİNİ BİLEN BİR İNSANDI

SÖZÜNDE DURAN, ZAMANIN KIYMETİNİ BİLEN BİR İNSANDI Muhabirimiz: Osman Özkul ile ne zaman tanıştınız? Kaç yıllık bir arkadaşlık süreciniz oldu? Ali Çelik: Osman ağabeyle benim aramda aşağı yukarı 6-7 yaş gibi bir fark var. Biz ilkokuldan tanışıyorduk. Hem baba dostu hem de aile dostumuzdu. İlişkilerimiz her zaman sıkıydı. Osman askerden geldikten sonra 1961 veya 1962 yıllarında buraya geldi. DSİ'de görev aldı. Hayatına burada devam etmeye başladı. Bizim hanım, Osman'ın akrabası, çok yakın akrabalar. Hem baba hem de anne tarafından akrabalıkları var. Ama dediğim gibi bizim ayrıca baba ve aile dostluğumuz var. O yıllarda İslâmî bir temelimiz vardı; ama şuurumuz yoktu. Ondan sonra işte 1970'li yıllarda ‘Hayırlarda Yarış Derneği’ kurulmuştu; oraya sık sık giderdik. Osman'la beraber sohbet ederdik. O zamandan bu zamana gelen bir arkadaşlık, dostluk sürecimiz oldu. -Osman amca nasıl bir insandı; nasıl bir arkadaştı? Osman verdiği sözden dönmeyen çok mert bir arkadaştı. İslâmî yaşantısından zerre kadar tâviz vermezdi. Müslüman ama İslâmî şuuru olmayan biri kendisiyle tartışmaya kalkışırsa, onunla fazla tartışmalara girmez, kalkar giderdi. Gitmesinin sebebi de ona doğru bildiklerini aktarıp da hâlâ onun yanlış düşüncede ısrar etmesi durumunda gerçekleşen bir hâdiseydi.  Bunun dışında kendisiyle ateist düşünceye sahip birisi tartışmaya durduğu zaman, onları Kur’ân-ı Kerîm'e göre iknâ etmeye çalışırdı. İknâ da olmazsa neticede ayrılırlar ve daha da onlarla irtibâtı olmazdı. Böyle bir insandı. Gözü tok, beş kuruşu olsa ve bir çay içseniz onu mutlaka kendisi vermek isterdi. Bu kadar da cömert idi. Hayatını hep Kur’ân okumaya ve araştırmaya vermişti. Hiçbir saniye boş durmazdı. Şurada yalnız kaldığı anlarda hemen kitabı alır, okur, araştırır; meal okur başka bir şey araştırırdı. O çok önemli gördüğü yerleri ya renkli kalemlerle boyar ya da mutlaka çizerdi ki hâfızasında kalsın. Böyle güzel bir çalışma şekli vardı. -En çok neye kızardı? Hangi konularda sesini yükseltirdi? Yanlışlara karşı, yani dînî anlamdaki konularda özellikle ve bir de kendisine karşı yanlış davranışlarda, o zaman kesinlikle kızardı. Bazen de kendi elinde olmadan bağırdığı da olmuştur. Fakat ben onu kesinlikle ters karşılamamışımdır. Çünkü o hiçbir zaman benim zararıma olacak bir durum içerisinde olmamıştır. Hatta bir gün Vahap Aldemir diye bir abimiz ile bahçeye gitmek için sözleşmişler. Şu saatte orada olacağız şeklinde. Vahap abi de işi icabı evden fazla erken çıkamamış ve ondan dolayı buluşma saatinden geç gelmiş bahçeye. Tabii çoluk çocuk bakıyorlar ki Osman yok. Osman bunlar saatinde gelmediler diye sinirlenip geri dönüyor. Böyle bir insandı yani. Söz verdiği zaman kesinlikle riâyet ederdi. Sözünde durmadıkları takdirde de karşısındakilere kızardı. Ancak bu durum o anlıktı. Daha sonra asla küslük falan olmazdı. Birkaç defa benimle de böyle şeyler olmuştu. Mesela bir gün yine sözleştik, ancak benim yerim uzak, 6-7 km'lik yol. Otobüs aksama yaptı. O dönemlerde cep telefonu yok tabii. Geldim ki Osman gitmiş. Kızdı bana tabii. “Ya bunun bir mazereti vardır! Öyle bir şey yok! Mâdem öyleyse daha erken çıksaydın evden!” diye çıkıştı. Dakik bir insandı. Allah rahmet eylesin! Benim çok sevdiğim bir abim, kadim bir dostum ve aile dostumuzdu. Babamla babası arasında çok sıkı münâsebet vardı geliş gidişler çok sıktı; evde oturmalar, sohbet etmeler olurdu. -Peki, Osman amcanın en sevdiğiniz yönü neydi? Ayrıca olmasaydı daha da iyi olurdu dediğiniz bir yönü var mıydı? Allah kendisine rahmet eylesin, her yönüyle bizlere ve gençlere, ailesine örnek olmaya çalışan imanlı bir ağabeyimizdi. Onun azmini, çabasını sever ve takdir ederdik her zaman. Benim eleştirdiğim yönü çok dakik olması idi. Ben de o yönünü yanlış görüyordum. Ama kendisi doğru görüyordu ve açıklama olarak Müslüman insanın bir dakikasını boşa geçirmemesi gerektiğini ifâde ediyordu. Biz de asla dakik olmasından dolayı ona kızmaz, küsmezdik. Çünkü o yufka yürekli bir Müslüman ve hoşgörülü bir arkadaştı. -Osman amca sizin de ifâde ettiğiniz gibi dînini yaşamak ve yaşatmak için mücâdele içerisindeydi. Böyle bir hayatı vardı. Onun bu anlamdaki çalışmaları nelerdi? Hangi çalışmalarda bulunurdu? İnsanlarla irtibâtı nasıldı? Müslümanlarla irtibâtı çok yakındı. Ama dediğim gibi birisi ateistse ona bildiği kadarı ile İslâm’ı anlatırdı; iknâ olmaz ise onunla ilişkiyi keserdi; isterse en yakın akrabası olsun. Kesinlikle tâviz vermezdi. Benim işim düşer veya yakın akrabamdır, böyle bir kaygısı yoktu. Hiç tâviz vermezdi. Nerede bir düşkün varsa yardımına koşardı. Akraba ve arkadaşlarını ziyâret eder, bilhassa gençlerle İslâmî sohbetlerde bulunmayı, onların dertleriyle dertlenmeyi severdi. Allah rızâsı için olan her işte her zaman en ön safta yer almak için mücâdele içinde bir hayatı vardı. Böyleydi yani. Dînîni anlamada yaptığı çalışmalar saymakla bitmezdi. Mücâdeleleri saymakla bitmez. Arkadaşlarla sohbeti saymakla bitmez. Oturduğu zaman mutlaka Kur'ân-ı Kerîm açar ya da fıkıh açar, anlaşılmayan konu nereyse onu anlatmaya çalışırdı ve biz de memnun olurduk. -Osman amcayla hatıranızı bizimle paylaşır mısınız? Özel hatıralarımız çok, çünkü hayatımız hep beraber geçti. Fazla ayrı bir zamanımız olmadı. Ben zaten boş kaldığımda hemen telefon ederdim. Cumâ namazlarını Ramazan Keskin Hoca’nın orada, o yoksa da Abdülkadir Ateş'in orda kılardık. Tanımadığı kimsenin arkasında kesinlikle Cumâ veya vakit namazı kılmazdı. Böyle bir yapıya sahipti. Biz bazı konularda tâviz veriyorduk; yaptığımız doğru veya yanlış. O ise asla tâviz vermezdi; temiz şuurlu bir Müslüman'dı. Eşi Emine Abla’nın vefâtından sonra o da çöktü. Bir tek Cumâ namazlarına geliyordu, fazla gelemiyordu. Ondan sonra güz ayları geldiği zaman ablalarının yanına gidiyordu. Orada da ancak telefonla konuşup görüşüyorduk. Sık sık ben onu, o beni arar görüşürdük. -Osman amca 'Genç Osman' adıyla da anılırdı. Bu isim ona neden verilmişti? Mücâdelesinden dolayı... Kimseye taviz vermiyor; gözü pek; korkmuyor yani. Ben aç kalırım, susuz kalırım, eve gidemem, çocuklarım ortada kalır gibi düşünceleri olmazdı. Böyle, İslâmî hususta mücâdelesi ciddi olduğundan dolayı “Genç” unvânını vermiş kardeşlerimiz. Bu artık Sahil Çay Ocağı’nda mı verildi? daha mı önce? onu bilemiyorum. Ben de epey gelir giderdim. Epey de cemaatleri vardı. Esat Çekmegil gelir; oturur, sohbet ederdik. Ondan sonra Turan Abi’nin oraya gelirdik. Orada yer vermişti aşağıda mescidi vardı. Osman namazımızı kıldırırdı. Osman olmazsa bir başkası kıldırırdı. Sonra İshak arkadaşımız Sahil Çayevi’ni işletirdi o zamanlarda. O da çayevinde mescit yaptırmıştı. Bizler de Osman kardeşimiz başta olmak üzere diğer arkadaşlarımızla sürekli orada buluşurduk. Aramızdan Rabbine kavuşan kardeşlerimiz de oldu. Rabbim onlara da Osman kardeşimize de rahmet eylesin! -Âmin! Çok teşekkür ederiz bizlere zaman ayırdığınız için! Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Osman kardeşimizi tanıdığımız için Rabbime bir kez daha hamd ediyorum. Dilim döndüğünce onu anlatmaya çalıştım. Rabbim kendisine rahmet eylesin! Başta sizlere, daha sonra çalışma arkadaşlarınıza çok teşekkür ederim.  *** Yarın arkadaşlarının ve komşularının gözüyle Osman Özkul’u anlatmaya devam edeceğiz. Editör: Berkant Perktaş Röportaj: Muhammed Furkan Güven   Vuslat Gazetesi

OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>

Vuslat Haber

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER